01 Mayıs 2024 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / FARKI FARKETMEK
FARKI FARKETMEK

FARKI FARKETMEK Ekrem Öztürk

Hamd ve Şükür

Bu yazımda müslümanın hayatında son derece önemli olan iki kavram üzerinde durmaya çalışacağım. Evet hamd ve şükür: Bu iki kavram müslümanın hem yol azığıdır hem de hayatının tamamını kapsar.

Şükür daha çok verilen nimetlere, yapılan iyiliklere karşı bir teşekkür ifadesi olurken, hamd her zaman ve her durumda (dalalet ve küfür hariç) en güzel övgülere lâyık olan yüce Allah’ı (c.c.) tâzim ile yâd etmek, O’nun yüceliğini, Rab oluşunu, verenin de alanın da O olduğunu itiraf etmektir. Fakat hemen şunu ifade etmek isterim ki peygamberler de dahil olmak üzere insanoğlu bunu hakkıyla yerine getirmekten acizdir. Bakınız peygamberimiz (s.a.s.)’ne buyuruyor: “Ya Rabbi! Gazandan rızana, cezandan affına sığınırım. Sana tüm övgüleri saysam da bitiremem. Sen kendini nasıl övüyorsan öylesin.” (Müslim, Salât, 222) Şimdi Davud ( a.s.)’ın dilinden şükrün ne kadar güzel ifade edildiğine bir bakalım: “Rabbim ben sana nasıl şükredebilirim!  Çünkü Sana şükredişim bile Senin benim üzerimdeki yeni bir nimetindir. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey Davud! İşte şükretmiş oldun, diye buyurdu.” (Kurtubi, Tefsir, c.9, s.519)

Şimdi şükür kavramı ile ilgili kısa bir anektod da peygamberimizden vermek istiyorum. Bir gece Rasulullah (s.a.s.) Hz. Âişe validemizden izin isteyerek şöyle dedi: Yâ Âişe izin verirsen ben Rabbimle baş başa kalmak istiyorum. Ayakları şişinceye kadar namaz kıldı. Hz.Âişe validemiz “Ey Allah’ın Resulü, Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde kendini niçin bu kadar yoruyorsun?” sorusuna, “Ben şükreden bir kul olmayayım mı?” cevabını vermiştir. (Buharî, Teheccüd, 6)

Şu üsluba ve sorumluluk anlayışına bakar mısınız! “İzin verirsen ben Rabbimle baş başa kalmak istiyorum. Bilmiyorum belki de insanlık tarihinde böyle bir olay hiç yaşanmamıştır (Allah’û alem). Bunu bir bilgi olsun diye değil de  örnek alınsın diye yazmayı gerekli gördüm.

Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“…And olsun ki şükrederseniz elbette size olan nimetimi arttırırım” (İbrahim, 14/7)

Görüldüğü gibi şükür eksilten bir şey değil tam aksine artırandır. Tabii ki şükür sözcüğünü sadece dile indirgememek lazım. Bir başka ifadeyle her nimetin şükrü kendi cinsinden olmalıdır. Yani sadece dille söylenen bir kavram değil şükür ayni zamanda amelle ispatlanan bir kavramdır. Mesela malın şükrü, sadece zekatını vermek değil ayni zamanda infak etmektir. Unutmayalım ki Rabbimizin üzerimizdeki en büyük nimeti hidayettir. Bunun şükrü ise insanları hangi şartlar altında olursa olsun velev ki Yusuf (as) gibi hapiste dahi olsa hidayete davet etmektir. Bunları çoğaltabiliriz. Şimdilik bu kadarla iktifa edelim.

Allah azze ve celle bir kula nimet verdiğinde, kulun yapacağı iş şükretmek, o nimeti aldığında da hamdetmektir. Şimdi bununla ilgili İslâm tarihinden bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum:

Ebu Musa el-Eş-ari, Allah Rasulü’nden işittiği, Allah ile melekler arasında geçen şu diyaloğu rivayet eder:

“Bir kulun çocuğu öldüğü zaman Yüce Allah meleklerine, ‘kulumun çocuğunu elinden aldınız, öyle mi?’ diye sorar. Onlar da: ‘Evet’ diye cevap verirler. Allah Teala, ‘kulumun gönül meyvesini mi kopardınız!’ diye sorar, melekler ‘evet’ diye cevap verirler. Yüce Allah, tekrar, ‘kulum o zaman ne dedi?’ diye sorar. Melekler, ‘Sana hamdetti ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” dedi diye cevap verirler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kulum için cennette bir köşk  yapın ve ona hamd köşkü adını verin” buyurur.

Şüphesiz ki Rabbimiz meleklere sorduğu soruları biliyordu. Çünkü hiç bir şey Allah azze ve celle için bilinmez değildir. Burada (Allah û alem) benim acizane kanaatim şudur ki önemli olan meleklere bunu itiraf ettirmesidir. Bakara, 30. ayette belirtildiği gibi Rabbimiz, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” diye melekleri bilgilendirdiğinde, melekler “Biz Seni tesbih ve takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife olarak yaratacaksın” demişlerdi. Rabbimiz buna istinaden “Ben sizin bilemeyeceklerinizi de her halde bilirim” buyurdu. Onun için Allah azze ve celle meleklere bunu itiraf ettiriyor.

Bu hadis- i şerifte belirtildiği gibi bir anne veya babanın, ciğerparelerini kaybetmek gibi en çetin sınav karşısında dahi Allah’ın hükmüne razı olmaları, bunun da ötesine geçerek O’nu övebilmelerinin adı işte hamddır. Şükür ile hamd arasındaki en önemli fark da budur. Dolayısıyle hamd daha genel, şükür onun bir alt cümlesidir. Bir başka ifadeyle her şükür bir hamddir fakat her hamd bir şükür değildir.

Kur’an’da Fatiha’dan başka, En’âm, Kehf, Sebe ve Fâtır Sureleri’nin yanısıra “Elhamdülillah” ifadesiyle başlayan yirmiüç ayet vardır. Fatihasız namaz olmayacağına göre günde en az kırk kere Rabbimize hamd ediyoruz demektir. Tabii ki bunun farkında olmamız lazım.

Dilin hamdi elhamdülillâh, kalbin hamdi inanmak, azaların hamdi itaat etmek, aklın hamdi tefekkür etmek, hayatın hamdi ise hayatı Allah yolunda sarfetmektir. Peygamberimizin hayatı hamd ile doludur. En basiti yeni bir elbise giydiğinde “Rabbim hamd Sanadır. Onu bana sen giydirdin. Senden onun hayırlı olmasını ve güzel işlerde kullanılmasını istiyorum. Onun şerrinden ve kötü işlerde kullanılmasından da Sana sığınıyorum diye dua ederdi. (Ebû Dâvûd, libas, 1)

Şimdi bir de bunun tersini düşünelim, yani hamdsiz, şükürsüz bir hayatı düşünelim.

Hamdsiz, şükürsüz bir hayat; zikirsiz, sabırsız, tevekkülsüz, duasız, secdesiz, kıblesiz, kanaatsiz ve nihayet Allah’sız bir hayatı getirir. Unutmayalım ki Allah’sız bir hayat anlamsız bir hayattır.

Tüm değer yargılarının sıfıra indirgendiği, bunun yerine çıkarcılığın, hazcılığın, menfaatcılığın netice itibariyle zulmün hakim olduğu bir hayat tarzını getirir.

Düşüncelerimi bir teşbih üzerinden açıklamak isterim. Birbiri içine girmiş üçlü bir çark sistemi düşünelim. En dıştaki çark evreni, en içteki çark da insan bünyesinde bulunan başta dolaşım sistemi, sinir sistemi ve nihayet vücuddaki diğer organları temsil etsin. Bu iki sistem yani evrendeki sistemle insanın içinde bulunan sistem Yüce Allah’ın vâz ettiği kanunlara göre hareket ederler. Ortadaki çark da insanın kendi iradesiyle ortaya koyduğu bakış tarzına göre hareket eden bir sistem olsun.

Eğer bu bakış tarzı vahye göre inşâ edilmişse bu üçlü çark sistemi uyum içinde çalışır. Çünkü aynı kaynaktan beslenirler. Yok eğer bu gün olduğu gibi vahyi devre dışı bırakıp heva ve hevesin ürünü olan bir mantaliteyi esas alırsa orada zulüm vardır, orada göz yaşı vardır, orada medeni vahşet vardır. Kısacası bu üçlü çark sistemi uyumlu ve düzgün çalışmaz. İşte bu gün dünyanın geldiği nokta budur. Kurtuluşun yegane yolu, yani bu üçlü çark sisteminin uyumlu çalışmasının yolu, ortadaki çark sisteminin hareket sistematiğini sağlayan çüz’i iradenin de ilâhi iradeye teslim olmasıdır. Onun için sivrisineklerle uğraşmanın bir anlamı yoktur, bataklık kurutulmalıdır. Vesselam…

 

Selâm ve muhabbetle,

 

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul